Yabancı Şirketlerin Türkiye'ye Yönelmesi
Onlar Geliyor
Yabancı sermayenin bir ülkeye yönelmesi o ülkenin gelecekte iş yapmak için uygun ortam olduğunu gösteren önemli göstergelerden birisidir. Son dönemde ülkemize gelen ve gelmeyi planlayan şirketlerin hareketliliğine bakılırsa yakın bir gelecekte piyasaların renklenip hareketleneceği görülüyor. İnşaattan, sağlığa, finanstan perakendeye hemen her sektörde dünyanın önde gelen şirketleri Türkiye pazarında kendilerine yer edinmeye çalışıyolar.
Onlar geliyorlar da bizimkiler ne yapıyor? Ne gibi önlemler alıyorlar? Kendi pazarlarını korumak, geliştirmek, yeni pazarlar bulmak, yeni nişler keşfetmek ya da başka alanlara yönelmek gibi seçeneklerden hangilerini gündemlerine alıp, tartışıyorlar gerçekten merak konusu. Ülkemizin önde gelen bankaları, mobil telefon operatörleri, perakende zincirleri bir bir yabancı sermayenin kontrolüne geçiyor. Gelen yabancıların çoğu zor durumdaki şirketleri ele geçirmeye çalışıyor. Fırsatları değerlendiriyor. Kurulu düzeni, değer yaratan, kâr yaratan bir işi devralmaya geliyor. Teknoloji, sanayi ve tarım alanında yatırım yapmayı düşünen bir yabancı sermaye grubu henüz ortada yok. Daha çok hizmet sektörü tercih ediliyor. Türkiye’de üretilen ürünleri Türk insanına satan, Türkiye’deki finansal enstrumanları yine Türk insanına pazarlayan iş modelleri geliyor. Getirdikleri teknoloji daha çok pazarlama ve satış teknolojisi. Katma değeri neredeyse yok. Üstelik istihdam yaratan değil eksilten iş modelleri. Örneğin Wall-Mart üst düzey yöneticisi “biz gelirsek bir çok küçük market batar” şeklinde açıklamalarla durumu net bir şekilde özetliyor. Ikea’nın karaborsaya düşen kataloğuna bakılırsa mobilya ve ev eşyaları sektöründe de benzer durumlar yaşanacak.
Kendisi sermaye birikimi oluşturamayan milli ekonominin gelir ve istihdam yaratması için yabancı sermayeye ihtiyacı olduğu bir gerçek. Ancak yabancı sermayenin tercih ettiği yatırım alanlarına bakılacak olursa gelir ve istihdam yaratmayı amaçlayan bir yatırımcı profili görmek mümkün görünmüyor. Hiç olmazsa Türk ekonomisinin iyiye doğru gittiğine dair bir kanıt olmak üzere gelsinler de diyebiliriz. Yabancı sermayenin Türk ekonomisinin uluslararası alanda itibarı için gerekli olduğunu düşünebiliriz. Ancak bu arada büyük bedeller ödememek üzere önlemleri de ihmal etmememiz gerekiyor.
Ünlü rekabet uzmanı Michael Porter bir şirketin rekabet etme yeteneğini ölçerken beş güç yaklaşımını kullanmaktadır. Buna göre bir pazar bölümüne yönelen şirket o pazardaki rakipleri, tedarikçileri, ikame malları, pazara girmeye hazırlanan diğer şirketleri ve alıcıları değerlendirmektedir. Hangi güç unsurunun, hangi ağırlığa sahip olduğunu değerlendirmekte ve rekabet stratejisini bu temel üzerinde oluşturmaktadır. Aynı yaklaşımla Türk şirkeleri de rakiplerini analiz edince pazara girmeye hazırlananların zayıf yanlarını ortaya çıkarabilir ve uygun bir savunma stratejisi oluşturabilirler. İkame ürünlere dayanan iş modelleri, tedarikçilerin birleşerek rekabet gücü kazanmaları, stratejik birleşmeler hemen ilk akla gelen
seçenekler. Olayları izleyen şirketler arasında yer almamak gerçeğini hemen herkesin kabul etmesi gerekiyor. Bir şeyler yapmak lazım. Aksi halde “neden dünya markası yaratamıyoruz?”, neden dünya çapında yönetici çıkaramıyoruz gibi klasikleşmiş soruların yanına, “neden kendi pazarımızda bile rekabet edemiyoruz?”, “neden kendi pazarımızı başkalarına kaptırıyoruz?” gibi komik sorular eklemek zorunda kalabiliriz.
Yabancı sermayenin bir ülkeye yönelmesi o ülkenin gelecekte iş yapmak için uygun ortam olduğunu gösteren önemli göstergelerden birisidir. Son dönemde ülkemize gelen ve gelmeyi planlayan şirketlerin hareketliliğine bakılırsa yakın bir gelecekte piyasaların renklenip hareketleneceği görülüyor. İnşaattan, sağlığa, finanstan perakendeye hemen her sektörde dünyanın önde gelen şirketleri Türkiye pazarında kendilerine yer edinmeye çalışıyolar.
Onlar geliyorlar da bizimkiler ne yapıyor? Ne gibi önlemler alıyorlar? Kendi pazarlarını korumak, geliştirmek, yeni pazarlar bulmak, yeni nişler keşfetmek ya da başka alanlara yönelmek gibi seçeneklerden hangilerini gündemlerine alıp, tartışıyorlar gerçekten merak konusu. Ülkemizin önde gelen bankaları, mobil telefon operatörleri, perakende zincirleri bir bir yabancı sermayenin kontrolüne geçiyor. Gelen yabancıların çoğu zor durumdaki şirketleri ele geçirmeye çalışıyor. Fırsatları değerlendiriyor. Kurulu düzeni, değer yaratan, kâr yaratan bir işi devralmaya geliyor. Teknoloji, sanayi ve tarım alanında yatırım yapmayı düşünen bir yabancı sermaye grubu henüz ortada yok. Daha çok hizmet sektörü tercih ediliyor. Türkiye’de üretilen ürünleri Türk insanına satan, Türkiye’deki finansal enstrumanları yine Türk insanına pazarlayan iş modelleri geliyor. Getirdikleri teknoloji daha çok pazarlama ve satış teknolojisi. Katma değeri neredeyse yok. Üstelik istihdam yaratan değil eksilten iş modelleri. Örneğin Wall-Mart üst düzey yöneticisi “biz gelirsek bir çok küçük market batar” şeklinde açıklamalarla durumu net bir şekilde özetliyor. Ikea’nın karaborsaya düşen kataloğuna bakılırsa mobilya ve ev eşyaları sektöründe de benzer durumlar yaşanacak.
Kendisi sermaye birikimi oluşturamayan milli ekonominin gelir ve istihdam yaratması için yabancı sermayeye ihtiyacı olduğu bir gerçek. Ancak yabancı sermayenin tercih ettiği yatırım alanlarına bakılacak olursa gelir ve istihdam yaratmayı amaçlayan bir yatırımcı profili görmek mümkün görünmüyor. Hiç olmazsa Türk ekonomisinin iyiye doğru gittiğine dair bir kanıt olmak üzere gelsinler de diyebiliriz. Yabancı sermayenin Türk ekonomisinin uluslararası alanda itibarı için gerekli olduğunu düşünebiliriz. Ancak bu arada büyük bedeller ödememek üzere önlemleri de ihmal etmememiz gerekiyor.
Ünlü rekabet uzmanı Michael Porter bir şirketin rekabet etme yeteneğini ölçerken beş güç yaklaşımını kullanmaktadır. Buna göre bir pazar bölümüne yönelen şirket o pazardaki rakipleri, tedarikçileri, ikame malları, pazara girmeye hazırlanan diğer şirketleri ve alıcıları değerlendirmektedir. Hangi güç unsurunun, hangi ağırlığa sahip olduğunu değerlendirmekte ve rekabet stratejisini bu temel üzerinde oluşturmaktadır. Aynı yaklaşımla Türk şirkeleri de rakiplerini analiz edince pazara girmeye hazırlananların zayıf yanlarını ortaya çıkarabilir ve uygun bir savunma stratejisi oluşturabilirler. İkame ürünlere dayanan iş modelleri, tedarikçilerin birleşerek rekabet gücü kazanmaları, stratejik birleşmeler hemen ilk akla gelen
seçenekler. Olayları izleyen şirketler arasında yer almamak gerçeğini hemen herkesin kabul etmesi gerekiyor. Bir şeyler yapmak lazım. Aksi halde “neden dünya markası yaratamıyoruz?”, neden dünya çapında yönetici çıkaramıyoruz gibi klasikleşmiş soruların yanına, “neden kendi pazarımızda bile rekabet edemiyoruz?”, “neden kendi pazarımızı başkalarına kaptırıyoruz?” gibi komik sorular eklemek zorunda kalabiliriz.
Yorumlar
Neden ?
iyifirma.blogspot.com