Marka Vaatte Bulunmaktır

Başarılı bir marka olmak için ne yapılması gerektiğini hemen herkes biliyor da yapılanlara bakılınca işlerin o kadar da kolay olmadığı görülüyor. Pazarlamadan satışa, müşteri ilişkileri yönetiminden duygusal bağlara kadar bir çok alanda çaba sarfeden başarılı markaların yanısıra, tüm bunları yapıyor görünüp de tersini yapanlar da az değil. Aşağıdaki üç örnekte, marka konusunda ne kadar dikkatli olunması gerektiğini gösteren önemli ipuçları yer alıyor.

BONUS CARD
Bonus Card, düzenli olarak kullanıcılarını ödüllendiriyor. Belli bir limiti aşan müşterilere Bonus Plus gönderiliyor. İlk aldığınız kart yani Bonus Master ise ayrı bir kredi kartı olarak müşteride kalmaya devam ediyor. Bir anda iki ayrı karta sahip oluyorsunuz. Önceki kartınıza olan taksitleri ayrı, Bonus Plus taksitlerini ayrı takip etmeniz gerekiyor. Bu durumu size açıklamadıkları için de borcunuzu ödemiyor olabiliyor, gecikme faiziyle karşıya kalabiliyorsunuz. Elinizdeki mevcut kredi kartı neden Plus karta dönüştürülmez de ikinci bir kart gönderilir? Birinci kartınız neden iptal edilmez? Maalesef bu tip gereksiz sorular sormamanız gerekiyor. Üstelik bu soruları da sormaya kalkarsanız, ilgililere ulaşmak o kadar zor ki... Sizi ödülendiriyoruz. Ödülünüz; ödenmeyen borçlar, gecikme faizi, aynı bankadan ikinci bir kart, iki ayrı ekstre vs.vs. Eh artık bu tür sorunlarla da siz uğraşın biz markamızı güçlendirmeye çalışıyoruz.

TEPE HOME
Güzel bir alışveriş ortamı. Son derece başarılı bir sunum. Önceki alışverişlerinizden aldıkları mobil telefonunuza gelen mesajla indirim yapıldığı size bildirilmiş. Mağazaya gelmişsiniz. Cana yakın satışçılar. Sorduklarınıza sabır ve güleryüzle cevap veriyorlar. Her şey yolunda gidiyor. Alışverişinizi bitiriyorsunuz. Kasada ödemenizi yapıyorsunuz. Tam kapıdan çıkışa yönelmiş ve mağazadan mutlu bir biçimde ayrılacaksınız. Aldıklarınız bir çanta içinde ya da paketlenmiş ürünlerse bir sorun yaşamadan çıkıyorsunuz. Biraz büyükçe bir şey almış örneğin bir halı almış çıkıyorsanız kapıdaki güvenlik görevlileri sizi durduruyor. Aldıklarınızın satış belgelerinini göstermenizi istiyorlar. Elinizdekileri binbir zahmeler yere bırakıyorsunuz. Biraz önce binbir zahmetle bir yerlere sakladığınız belgeleri bulup güvenlik görevlisine ibraz ediyorsunuz. Bu arada etraftan geçenlerin meraklı bakışlarına maruz kalıp ezilip büzülüyorsunuz. Bütün o olumlu hava bir anda yok olup gidiyor. Keyfiniz kaçıyor. Zor iş tabii ki. Marka olmaya çalışırken bu tür küçük sorunlar gözden kaçabiliyor.

MY FISH
Kuş Gribi ortalığı kasıp kavuruyor. Entegre tesislerde üretilen ürünler bile tüketilmiyor. Deniz ürünleri ve balık, bir anda rağbet görmeye başladı. Bir sektör için ortaya çıkan tehdit, bir başkası için fırsat oluyor. Zaten klasik Amerikan fast foodlarından da bıkmıştık. “Değişik bir şey olsa da denesek” diyorsunuz. Capitol’deki My Fish’i tam bu sırada görüyorsunuz. Deniz ürünleri salatası, kola ve ızgara balıktan oluşan bir menüyü, adına yaraşır bir şekilde ‘fast olarak alıyorsunuz. Ürünlerin üzerinde 50 gramı şu kadar diye fiyatlar konulmuş. Siz 50 gram ne kadar eder diye bir tecrübeniz olmadığından tezgahta duran kişinin bu kadar yeter mi? sorusuna anlamlı bir cevap veremiyorsunuz. Kasaya ulaşıyor ve üç kişilik hesabı ödemek istiyorsunuz. Bir hafta önce boğazın en gözde mekanlarından Mey’de, tıka basa balık yiyip beş kişi için toplam 230 YTL ödemişsiniz. Kişi başı 46 YTL . My fish’de üç kişi 99 YTL bir hesap çıkıyor. Kişi başı 33 YTL. Üstelik self servis. Ne vestiyer, ne otopark, ne yemek öncesi masanızı süsleyen peynirler, zeytinler, ne de yemek sonrası çay kahve servisi. Marka ismi ile ilgili bir sorun var. My Fish olamaz, olsa olsa Your Fish olabilir. Üstelik bu durumu anket formlarına yazarak şikayet kutusuna atıyorsunuz. Sizi kimse aramıyor. Sanırım çok meşguller. Marka olmak üzere çalışıyorlardır.

Bu örneklerden daha bir çoğu yazılmak üzere bekliyor. İyi örnekler de var elbette. Ancak neden Türk markaları dünyanın dört bir yanını tutamıyor diye üzülüp nerelerde hata yapıyorlar diye düşününce her şey gün gibi ortaya çıkıyor. Bu markalara ve bu tür hatalar yapan diğerlerine tek bir sözümüz var. Sözünüzü tutun. Size güvenen müşterilerinizi hayal kırıklığına uğratmayın. Marka demek söz vermek demektir. Vaate bulunmak demektir. Müşterinizi düşüneceğinizi, onun işini kolaylaştıracağınızı, onun çıkarlarını gözeteceğinizi vaadedip sonra da aksini yapasanız marka olamazsınız.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Entegre Pazarlama İletişimi