Konferans Sektörü


Konferans mevsimi geldi. İstanbul’a ardı ardına Vahşi Batı’nın gözü pek pazarlama dehaları geliyor. Lütfi Kırdar’ın ya da  beş yıldızlı otellerin büyük salonlarının birisinde  görkemli dekorların önünde kablosuz mikrofon,  uzaktan kumandalı projeksiyon ve benzer teknolojik donanımlarla  dev ekranlardan yansıtılan sunumlar üzerinden ülkemiz satış ve pazarlama yöneticilerine neler yapmaları gerektiğini anlatıyorlar. Nedense konuşulan şirketler dönemsel olarak hemen bütün konuşmacıların üzerinde anlaştıkları izlenimi veren markalar oluyor. Son dönemde hakkında en çok konuşulan marka  Apple ve onun pazarlama dahisi kurucusu Steve Jobs. Gerçekten çok etkileyici bir başarı öyküsü. Bütün pazarlama guruları ondan bahsediyor ama bu başarı tek bir kişinin mi yoksa bir ekip çalışmasının sonucu mu pek anlaşılmıyor. Daha önce Google, Coca Cola ve Toyota ve benzer birkaç  marka için de aynı şeyleri yaşadık.   Örneğin bir zamanlar Sturbucks hikayeleri çok popülerdi. Daha önceleri Mc Donald’s çok daha önceleri de American Airlines.  Bu türden popüler markaların modası üniversitelerde okutulan textbook’lara yazıldığında geçmiş oluyor.  Artık bu markalar olayları birkaç yıl geriden de olsa sağlam analizlerle irdeleyen  üniversite hocaları ve öğrencilerinin malzemesi haline geliyor. Alan araştırmalarıyla desteklenen yüksek lisans ve doktora çalışmalarında ele alınan markalar çeşitli yönleriyle didik didik ediliyor. Ama bu noktada modası geçtiği için kimse bu çalışmalarla ilgilenmiyor.
Çok sayıda popüler markanın temsilcilerinin ardı ardına kısa sunumlarla şapkadan tavşan çıkarma hikayesi anlatması bizim buralarda çok tutuluyor nedense.  Söz konusu markalarda işler hep iyi gidiyor. Alınan kararlar nedense hep doğru oluyor. Hiç kimse hata yapmıyor. Benzersiz başarı hikayeleri  “etkili sunum teknikleri” eğitimlerinde anlatılan “araya sıcak espriler katın” komutları gereği hafif sulandırılınca katılımcıların biraz tebessüm biraz kahkaha ve biraz da şamatayla karışık sunumlarda sıkılmaları söz konusu olmuyor. Ama ne öğrenip nerede uygulayacağımız konusunda akılda kalan pek fazla bir şey olmuyor.
Basit, herhangi bir araştırma veya analize tabi tutulmayan sadece başarılı performans çıktılarından hareketle klişe haline getirilmiş sunumlardan çok fazla bir şey öğrenmek mümkün değil. Sunumların kısa olması bu anlamda çok iyi. Zira ne kadar uzarsa kişisel deneyimlere dayanan öyküler o ölçüde subjektif hale geliyor. Katılımcıların işin sırrını öğrenmeye yönelik soru sordukları da pek rastlanır bir durum değil.
Bu türden konferansların en belirgin yararı katılımcıların networklerini geliştirmelerine olan katkısı konusunda oluyor. İlk yıllarda üst düzey yöneticilerin tercih ettiği bu toplantılara artık daha çok alt düzey çalışanlar ve hatta işe yeni başlayanlar katılıyor. Bazı şirketler hatırlı müşterilerine de davetiye hediye ettiklerinden katılımcı profili her geçen gün daha farklı hale geliyor.
Konferans, zirve ve toplantı şeklindeki bu etkinlikler ülke ekonomisinde bir sektör haline geldi. Çeşitli firmalar bunları kendi aralarında paylaştılar. Profili değişse de ciddi sayıda bir katılımcıyı toplamayı başarıyorlar. Formül çok basit.  Yurt dışından birkaç renkli ve popüler konuşmacı, yurt içinden bu tür toplantılarda konuşmayı seven birkaç yönetici, farklı sektörlerden sponsorlar, fuayede kurulmuş standlar ve sahne….
Sonuç; yine kendi içinde başarılı ama dünya ölçeğinde esamisi okunmayan Türk markaları, kendi şirketlerini yöneten ama global markaların başına geçme konusunda çok fazla mesafe kaydedemeyen Türk yöneticileri. Yıllardır düzenlenen bu konferanslarda anlatılanları bizimkiler mi anlamıyor yoksa konuşmacılar mı anlatamıyor işte burası belli değil…..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Entegre Pazarlama İletişimi

Yabancı Şirketlerin Türkiye'ye Yönelmesi